Altında hayatımızı irdelediğimiz ışığın niteliği ile sürdüğümüz yaşantı ve bu yaşamlarla getirmeyi umduğumuz değişim arasında doğrudan bir alaka var. Bu ışık sayesinde içimizdeki sihrin peşinden gidip onu gerçekleştirebilecek fikirleri oluşturabiliyoruz. Burada şiir bir aydınlanmadır çünkü doğmak üzere olan ama halihazırda hissedilen, –şiir yazılana kadar– isimsiz ve dağınık kalan fikirleri şiir aracılığıyla adlandırırız. Düşlerin kavramları, hislerin fikirleri, bilginin anlayışı doğurduğu (öncelediği) gibi, tecrübenin özünden fışkıran gerçek şiir de tefekkürü doğurur.
İrdelemeyle ilişkimizi sırtlamayı, onunla serpilmeyi ve sonuçlarını yaşamımızın tahkiminde kullanmayı öğrendikçe hayatımıza hükmeden ve sessizliklerimizi yaratan korkular üstümüzdeki gücünü yitirmeye başlar.
Kadınlar olarak hepimizin içinde, ruhumuzun aslının açığa çıktığı, gizli ve büyüyen bir yer var: “Kestane gibi güzel / ve sağlam / kâbusunu gördüğümüz dayanıksızlığa [ve âcizliğe] karşı kurduğumuz payanda.”*
İçimizdeki bu imkân alanları kadim ve gizli oldukları için karanlıktır ve bu karanlıkla hayatta kalmış ve güçlenmiştir. Hepimizin içindeki bu derinlikte yaratıcılık ile gücü, irdelenmemiş ve kaydı tutulmamış his ile duyguları muhafaza eden bir yer vardır. Kadının gücünü aldığı, hepimizin içinde bulunan bu yer ne beyazdır ne de yüzeyde; karanlıktır, kadimdir ve derinlerdedir.